top of page
  • Efe Tuncay

Zebra Postu

Titrek beyaz ışıklarla aydınlatılmış beton koridorlarda sürüklenerek götürülüyorum. Kafamdaki siyah çuvalı benden önce kaç kişi taktı? Üstümdeki eski deli gömleğinin kolları, sırtımda büyük bir fiyonk ile birleşiyor. Verilmeyi bekleyen bir hediye gibi hissediyorum. Bir tür evcil hayvan. Hani şu çocuğunuza doğum gününde alıp üç gün sonra boş bir araziye bıraktıklarınızdan. Suratımda aynı saf ve umut dolu ifade... Uzaklaşan arabanın peşinden koşar gibi. Bir nesne. İki tane soğuk el beni sertçe durduruyor.


Zebra

Demir bir kapının açılışı duyuluyor. Bu sesi daha önce onlarca kez duydum. Tekrar yürümeye başladığımda beton, yerini parkeye bırakıyor. Az sonra neler olacağını biliyorum. Nefes sesleri artık daha ritmik. Tempo tutar gibi. Dizlerimin üstüne çökmem için bir el yukarıdan yavaşça bastırıyor. Sırtımda güçlü bir kaşıntı hissediyorum. Kaşıntıya odaklanıyorum. O an için daha önemli hiçbir şey yok.

Kafamdaki çuvaldan etrafımı göremesem de, karşıda eski bir el kamerasının beni çekmekte olduğunu biliyorum. Vücudumun sol tarafı ısınmaya başlıyor. Kaşıntıya odaklanmaya çalışıyorum. Şu an için daha önemli hiçbir şey yok.


Gömleğin içinde terlemeye başlıyorum. Kafamdaki çuval, uzay boşluğuna açılan bir pencere gibi. Yutkunuyorum. Aslında ben bu kıyafetlerin içine hapsolmadım, diğer herkes dışına hapsoldu diye düşünüyorum. Belki de bilinçaltımın derinliklerinde olmak istediğim yerdeyim. Her şey önceden yazılmış bir senaryo gibi ve ben az sonra neler olacağını biliyorum.


Sağımda diz çökmüş duran üç mahkum daha var. Kendi uzay boşluklarında, kendi sesleri ile boğuşuyorlar. Kaşıntı arttıkça keskin şeyler hayal ediyorum. Bir pençenin sırtımda nazikçe gezinmesi gibi.

Demir kapı ikinci kez açılıyor. Gelen önemli biri olmalı. Çünkü diğerleri botlarını yere sertçe vurarak selam veriyor. Önemli kişi, en sağ baştaki mahkumun arkasına doğru ilerliyor. Tabancanın kurulma sesi ortamda yankılanıyor. Tüm mahkumlar bir üst vitese geçmiş gibi daha hızlı solumaya başlıyor. Ben artık heyecanlı değilim. O evreyi çoktan geçtim. Çünkü bu araba hepimiz için aynı yere gidiyor.

Mermi birinci mahkumun kafasını delip, uzayda hayat bulmak üzere yoluna devam ediyor. Yere çarpan bedenin sesi ile son düşünceleri kafasındaki delikten süzülerek geceye karışıyor.


Araba bir üst vitese geçiyor. Artık nefes sesleri daha da hızlı. Başka bir mermi, ikinci mahkumun uzay boşluğunu deliyor. Son düşüncelerinin neler olduğunu merak ediyorum. Bedeni yere düştüğü sırada, artık o da evinizdeki zebra postu halı gibi neşeli ve dekoratif.


Araba bir üst vitese geçiyor. Nefes sesleri daha da hızlanıyor. Mermi üçüncü mahkumun uzay boşluğunu deliyor. Dişlerinin bir kısmının, çuvalın içine saçıldığını duyar gibi oluyorum. Belki de bu sadece benim hayal gücüm. Bedeni fil dişinden yapılmış bir tespih kadar cansız ve mukaddes.


Bu sırada kendimi düşüncelere fazla kaptırdığımı fark ediyorum. Sıranın bana gelmiş olduğu gerçeği yüzümü okşuyor. Sırtımın kaşıntısı daha da artıyor.


Yaklaşan bir adım. İki adım. Üç adım. Hafifçe gülümsüyorum. Doğru zamanda doğru yerdeyim. Kendi uzay boşluğumda zaman yavaşladı. Her geçen saniye yıllar gibi geliyor. Üç yılın ardından hala bir şey yok. Öldüm mü..?

Kafamdaki çuvalın ani bir hareketle çıkmasıyla gözlerim beş yıllığına kör oluyor. Yutkunup çevreme bakınıyorum. Anlımdaki ter damlası yavaşça burnuma doğru süzülürken ben, yanlış zamanda yanlış yerdeyim. Sağımda üç zebra postu uzanıyor. Önemli kişi ellerini solumdaki piyanonun üstünde gezdiriyor. On yıl daha geçti. Artık bir üst vites yok. Uzay boşluğu yok, daha önemli bir şey yok.

Az sonra neler olacağını bilmiyorum. Soğuk çeliğin sırtıma değdiği o kusursuz anda, anılarım empresyonist bir tablo gibi birbirinin içinde eriyerek gözlerimin önünden geçiyor. Önemli kişi sivri tırnakları ile sırtımı kaşıyor. O kadar sert kaşıyor ki içimden bir mermi geçmiş gibi tuhaf ve yersiz bir hisse kapılıyorum. Son saniyelerimde tüm bunların nasıl başladığını hatırlamaya çalışıyorum. Bir zamanlar tabancayı tutan o önemli kişilerden biri olduğumu hatırlamıyorum.


Varlığım yavaşça yok olurken, yokluğum beni var ediyor.


Efe Tuncay

bottom of page